19.yüzyıldan itibaren, sanayi devriminin etkisiyle, çevre üzerindeki tahribatlar hız kazandı. 1970’li yıllardan itibaren bu konu git gide daha fazla tartışılmaya başlarken, bu durum, çevre üzerinde oluşan tahribatın durdurulması, devamında ise mümkün olduğunca telafi edilmesi yönünde adımlar atılması arayışını doğurdu.
Amerika’da sivil toplum kuruluşlarının çabaları sonucunda 22 Nisan 1970 günü ilk Dünya Günü (Earth Day) kutlamaları olarak tarihe geçmiştir.
1990 yılına gelindiğinde ise, 1880 öncesine kıyasla dünyanın ortalama sıcaklığının 2 derece yükseldiği gerçeği ortaya çıktı.
1997 yılında kabul edilen Kyoto Protokolü bu noktada en önemli adımlardan biri oldu. Bu protokol, 2005 yılında yürürlüğe girmiş olup, tarafı olan ülkelere sera gazı salınımlarını düşürme yükümlülüğü getirmiştir.
2015 yılında imzalanan Paris İklim Anlaşması ise protokolün devamı niteliğine sahip.
7 Ekim 2021 tarihinde, Resmi Gazetede yayınlanan kanun ile, Türkiye de Paris İklim Anlaşmasının taraflarından biri haline gelmiştir.
Kanunun 2. Maddesi, kanunun ana amaçlarını şu şekilde tanımlıyor:
Dünya genelinde toplam karbon salınımının yaklaşık %30’luk kısmını binaların oluşturduğu bilinmekte olup, Paris İklim Anlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle beraber, iklim değişikliğinin önlenmesine yönelik olarak atılacak adımlar içerisinde, gayrimenkul alanındaki dönüşüm de başı çeken konular arasında yer alıyor.
Özellikle son 10 yıllık dönemde, dünya genelinde gayrimenkul sektörünün iklim değişikliği içerisindeki payının azaltılmasına yönelik adımlar atıldığını görüyoruz.
Bu konuda atılan başlıca adımları şu şekilde sıralayabiliriz:
Bu sürecin yalnızca inşaat malzemeleri ve enerji verimliliğiyle sınırlı olmadığını söyleyebiliriz.
Gayrimenkuller ile alakalı her aşamada bu bilinç git gide artmakta olup, planlama, gayrimenkul geliştirme, mimari tasarım, projelendirme, inşaat ve gayrimenkul yönetimi gibi konularda sürdürülebilirlik kavramı önemli yer tutuyor.
Gelişmiş ülkelerin birçoğunda 2030’lu yıllardan itibaren yapı stokunun yeşil dönüşümünün tamamlanması hedeflenirken, şirketler de sürdürülebilirlik politikaları çerçevesinde bu sertifikalar ve sertifika sonucu ortaya çıkan klasifikasyonları önemli bir noktaya koymaya başladı.
Bu durumun sonucu olarak da sürdürülebilirlik kavramı gayrimenkullere gösterilen talebin yanı sıra gerek değerinde gerekse kira bedellerinde belirleyiciliği olan önemli bir parametre haline gelmiştir.
Önümüzdeki dönemde gayrimenkullerin değerinde sürdürülebilirliğin rolünün git gide arttığı, finansal sistemin sürdürülebilir olan ve olmayan gayrimenkulleri daha belirgin şekilde ayırt ettiği, yatırımcının karar alırken LEED ve benzeri sertifikalara daha çok odaklandığı, özellikle de kurumların ESG politikaları çerçevesinde kurumsal gayrimenkul yönetiminde tercihini sürdürülebilir niteliklere sahip gayrimenkullerden yana kullandığı ve mevcut yapılardan sürdürebilirlik kriterleriyle uyumlu olmayanların yıkılarak yerlerini yeni inşa edilecek çevre dostu yapılarak bırakacağını yada mevcut yapının ekonomik açıdan elverişli olduğu takdirde bu kriterle uygun hale getirileceğini söylemek yerinde olacaktır.